18 Nisan 2012 Çarşamba

Her Gece Yatmadan Evvel Dişlerini Fırçalıyorsan, Bil Ki Yaşamayı Seviyorsun

    Bir gece öncesi, uyku öncesi, diş fırçalamak konusunda kendimle inadımı hatırlıyorum sadece. Sabah uyandığımda ağzımdaki tahammül edilmez koku, gece içtiğim iki bardak fümeli sek viskinin kokusu kadar hoş değildi.
    Aslında viskinin tadından ziyade, gece yatmadan önce diş fırçalamak konusundaki inadımı hatırladım diyeyim uyandığımda. Evet, daha doğrusu size burada gece yatmadan evvel diş fırçalaMAmak konusundaki inadımdan bahsetsem, daha doğru bir şey anlatmış olacağım.
    Deliye bağlamış bir halde diş fırçalaMAmak konusundaki inadım diyorum ve "diş", "fırça", "diş fırçalamak", "gece", "uyku öncesi", "inatlaşma"... bu ifadeleri tekrar vurguluyorum ki, geceden sabaha uzanan beynimdeki bir tartışmayı aktarabileyim. Yoksa henüz delirmedim.
    "Diş fırçalamak" konusunda inat, "diş fırçalaMAmak" konusunda bir inadın başka bir yansıması olmalı.
    "Kalk hemen! Dişini fırçala," diyen yanım, erken uyumayı, sabah erken uyanmayı, borçlarını zamanında ve eksiksiz ödemeyi seviyor; geleceği hakkında daha tutarlı kararlar almak istiyor ve garantici bir şekilde bazı fonlara bazı meblağları yatırmayı kendine yük değil, bir ödev olarak görüyor; daha uzun yaşamak istiyor, sağlığımın iyi olup olmadığı konusunda kaygılanıyor. Bir evi olsun, bir de arabası olsun istiyor. Hatta şartları sağlayabilirse çocuk da isteyebilir, hayatını ona hasredecek kadar seviyor kendini.
    "Kalkmasan da olur. Sabah uyandığında fırçalarsın dişlerini. Hadi yat, zıbar!" diyen yanım ise pek bir somurtkan, pek bir umutsuz. Sanki dünya onun başına yıkıldı. Sanki hayatta mutlu olabilecek hiçbir şey yok ve sanki ailesiyle arasını o değil, başkası düzeltti. Sanki hiç sevilmemiş gibi... Sanki bu yüzden de hiç sevmemiş, hiç âşık olmamış gibi... Zamanında devrimi gerçekleştirmek uğruna hayatını feda edip de devrim gerçekleşmeyince içine kapanmış, hala o dönemde yaşayan ve artık "devrim" dedikçe ciddiye alınmayan, acıları anlaşılmayan, çabuk öfkelenen eski ve yaşlı bir solcu gibi... O yanım, sanki bir meyhane masasında tek başına, sigarasını tellendire tellendire habire içiyor. Bu nedenle ayık olması ne mümkün. Oysa o içtiğinden değil, kafasından geçen çok şey sebebiyle zom bir halde; leylâ. Bir arabası olsa hızla yoldan çıkıp duvara çarpacak kendini. Ev sahibi olmaya ne gerek var, kira ödemek bile saçma diye düşünüyor. Bu nedenle gece yatmadan evvel dişlerini fırçalarsa o muhteşem düzenli hayatın kendine yakışmayacağını düşünüyor ve REDDEDİYOR. Sabah uyandığında dişlerini fırçalamak da kendini sevdiğinden değil; aman dışarı kötü kokmasın; ondan...

    İşte bu iki karakterin savaşmasıyla içinde barındıkları bünye, dün gece sızdı.
    "... sızdı," deyince "Kalkmasan da olur. Sabah uyandığında fırçalarsın dişlerini. Hadi yat, zıbar!" tarafımın galip geldiğini düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Çünkü sızarken seviyordum kendimi. Gözlerim kapalıydı ve dünyanın döndüğüne "allahbelamıversinkidönüyor" yeminiyle tanıklık ederken, sanki gülümsüyordum da; dudaklarımdan yanaklarıma yayılan gerginlikten bunu çıkartabiliyordum. Sabah uyanıp da ağzımdaki kesif kokuyu alınca bu iki zırtapoz arasındaki tartışma geldi aklıma. Biri kendini seviyordu, diğeri kendini sevmiyordu.
    Suyun altında her şeyden arınmaya çalışırken "Kendimden nefret ediyorum," dedim. Hemen ardından utandım ve kendimden nefret ediyorsam kaç kişi var bende diye düşündüm. Birincisi, kendisinden nefret eden ben, ikinci de kendisinden nefret eden beni taşıyan ve onu algılayan ben. E, haydi üçüncüsü, arada sırada da olsa her ikisine ahkâm kesen ben.
    Şimdi hangisi konuşuyor ben de bilmiyorum. Fakat kötücül taraftan sıkıldılar artık; kötücül taraf bile kendinden sıkıldı. Diş fırçalamayı seven ben ve onu içinde taşıyan ben, diş fırçalamayı sevmeyen beni elinden tuttular ve bu sabah kendilerine birer diş fırçası aldılar. Artık kavga etmek yerine erken yatacaklarmış.
    Bense bu yazıyı onlar uyurken yazdım. Dişlerimi de az evvel fırçaladım.
    Kendimi sevdiğim kadar sizleri de seviyorum; tanışmamız gerekmiyor bunun için. Haydi öpüyorum sizi.
    Ha, bu arada. Polyanna'nın selamı var size. Muuaaah!

16 Nisan 2012 Pazartesi

Uzun Ara

    Rüyamda bir balinaydım. En kuvvetli nefesi çekip en derinlere dalıp da çıkmamacasına bir karanlıktaydım.
    Biliyor musunuz, balinalar okyanusun en derin ve karanlık yerlerinde, öyle başları aşağıda, suyun içinde asılı bir şekilde uyurlar. İşte rüyamdan, tam da böyle bir balina uykusundayken uyandım.
   Yatağın içinde birden otururken bulunca kendimi, filmlerdeki bazı karakterlerin de böyle sancılı uykulardan uyanınca kendilerini yatakta otururken bulmalarının bir film kurmacasından ibaret olmadığını anladım. Evet, ilk bu geldi aklıma; gerçekmiş son derece... İnsan kendini bir boyutta baş aşağı asılı uyurken bulurken, saniyeler sonrasında gerçek olarak adlandırılan başka bir boyutta kendi gerçeğinin ortasında otururken bulabiliyormuş.
    Bir nefes çektim. İçlendim. İçli içli bir nefes olduğunu anladım ama o an, o yatakta ne olduğunu anlamadım.
    Karanlıkta, dışarıdaki sokak lambasının aydınlattığı odada, yerde duran mavi gömlek ilişti gözüme. Üzerindeki şarap lekesini görebilecek kadar aydınlık değildi oda fakat insan beyni işte, deneyimlediği bir şey üzerinden nesnedeki görünmeyen eksikliği kendiliğinden tamamlayıveriyor.
    O şarap lekesini yaratan arkadaş için hiçbir dinde olmayan küçük dua geçiverdi içimden. Hiçbir dinde geçmiyordu o dua çünkü dilimden dökülemedi. Kalbimden geçiverdi, ben bile dinleyemedim.

    Uzun bir nefes alıp suyun dibine dalınca insan o nefesin, buz kütlesinin altından geçerken kendine yetebileceğini sanıyor. Sanıyor sanmasında da bir yandan da bunun yeterli olmadığını bilip aceleci davranıyor. İşte o panikle nefes ya yetiyor, ya... Bilmiyorum. Bu cümleyi tamamlayamıyorum.


    Uyandım. "Uzun ara..." dedim. Beni terk eden birinin ismini dua gibi ahlarla vahlarla -belki- otuz üç kere tekrarladım.
    Kendimi yeterince sildim. O nefesi, balina şeklindeki kendimi, karanlık içindeki uykumu, beni terk edeni ve beni kendime getirmeye çalışan herkesi sevdim.
    Sevdim. Buydu!

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...