15 Ağustos 2012 Çarşamba

Renk Koleksiyoncusu: Hayat, Daldan Dala, Daldan Dala...

    Nasıl bir dünya, nasıl insanlar, bu böyle gitmez diye isyağğn edesim geliyor ama bir yandan hem anlıyorum hem de anladığımı anlamak istemiyorum a dostlar! Zaten çelişkim de buradan doğuyor.
    Takık olduğum konu şu: İlişkiler -ister uzun olsun isterse biraz koklaşıp bitsin- aniden başlıyor ve tanışma, ilişkiyi tüketme konusunda hızlı hareket ediyoruz.

    Benimle tanışmak istediğinde "O gece beni çok istediğini" söylemişti.
    Allasen arkadaşlar, evet kimse kezban değil artık ama beğenilme ve arzulanma arzusu var ya; hani şu aptal aptal sırıtmana sebep olan... Hele bir de zaten hayat boktansa ve biri sana kendini değerli hissettirdiyse...
    Biliyordum sonunu elbette; başlangıcındaki abesliği sezdiğim gibi... Fakat o abesliği normalleştirdim ve onunla tanıştım. Biraz sohbet, hayatımız, sen kimsin, ben kimim konuşmalarından sonra, e o kadar kırmızı şarabın da üstüne sevişivermişiz. Vallahi kabahatim yok. Ben sadece konuşup gidecektim. (Sinsi gülen surat ifadesi)
    Neyse efenim. Öhöm!
    Zaman geçiverdi. Beraber yemekler, kahvaltılar, gece yarısı sinemaları vs. derken bir de bakıvermişiz, tribal enfeksiyona tutulmuşuz. Daha doğrusu Allah var, ben tribal enfeksiyona bağladım. Çünkü zaten o gayet sıradan davranıyordu; yatakta da, yanyanayken de... Galiba sıkılıyordu hayattan ya da yalnızdı, bilmiyorum. Bilmek de istemiyorum zaten. İşte insanoğlu salaaa (afedersiniz, bu yazı öyle imlâ kurallarına dikkat ettiğim bir yazı olmayacak) karşısında mutsuz görünen birini görünce hemen ona gerçekten çoook mutsuuuz duygusunu yapıştırıveriyor.
    Ey salak oğlu salak! Düşünsene bir, belki senden sıkıldı. Belki de onun hayatına bir renk getirmedin. Getirdinse bile belki o bir renk koleksiyoncusu; nereden biliyorsun!
    Hoş, çok da fazla kendimize yüklenmemek lâzım. Sonuçta insanoğlu ve insankızı, değerli hissettirilince sürekli o değerli olma duygusunu daim kılmak isteyen, bunu elde etmek için de envai çeşit kumpasları yapan, tripleri atan bir canlı türü. Biliyorum bunu, kendimden biliyorum. Hıh!
    Neyse!
    Baktım olmuyor, sadece sevişmek de yetmiyor, hazır kadınlar "Benim vücudum, benim kararım" kampanyası başlatmışken ben de o kampanyayı minimal bir düzeyde benimkine yapıvereyim dedim ama bir erkek olaraktan. Ben de ona "Benim vücüüdüm ve benim karaaarım. Seninlen sevişmiycem ben." dedim ve seksi bitirdim. (Şimdi kimse kalkıp da bana "Benim vücudum, benim kararım" kampanyasıyla dalga geçiyorum zannedip bana corlamasın. Kadınlara helâl olsun. Gayet başarılı oldular.)
    Sonra ne mi oldu? Şu oldu canlarım: O gayet rahat takılmaya devam etti, bense hafiften kudurdum. Her gün yazışmaya ve birbirimize ne yaptığımızı anlatmaya devam ettik. Zamanla bu yazışmaların arası da açıldı. (Belki hayatında yeni biri var. Aman ne bileyim!)
    Derkene bugün yine yazıştık. Bana kedileri sordu. Büyüdüler mi diye sordu. Yaramazlık yapıyorlar mı diye sordu. Birkaç hafta önce zorlama dramasyon bir şekilde intaaara teşebbüs eden ev arkadaşımın iyi olup olmadığını sordu. Ama benim nasıl olduğumu sormadı!!! İşte bunu fark ettiğim anda fark ediverdim; sanki beynimde bir süpernova oluştu: Daha evvelki mesajlaşmalarımızda da benim nasıl olduğumu hiiiç mi hiç sormadı!!! Bunu fark edince aldı beni bir titreme; resmen vicıııdım attı, atarlandım.
    O sinirle ona "Ev arkadaşım gayet iyi, işini kaybetmedi, çalışıyor. Tatile de çıktı geldi. E, üstelik yeni sevgili de yaptı, hepimizden daha iyi vaallaaa, domuz gibi maşallah" deyivermişim. Güldüğünü belli etmek için "h" ve "a" harflerinin birden fazla yanyana gelmesiyle oluşan yazışmalardaki çoook gülme ifadesini yazmış bana. Amiyane tabirle, kopmuş!
    Kediler de iyi dedim. "Büyüdüler bak" diye resimlerini bile yolladım. Biraz yazıştık ve yazışma bitti.

    Ne yalan söyleyeyim, onu tanıdığıma pişman değilim. Hatta iyi ki onu o şekilde tanıdım. Hayatımda olmasını istediğim biri. İlişkilerden arkadaşlığa başarıyla geçebilen biri. (Kısaca yılların kaşarı. Ben ki kendime kaşar derdim, anladım ki o kaşar bile değil, rokfor olmuş rokfor! Ve ben daha yeni yeni peynirleşiyorum. Bırak kaşar olmayı, onun yanında hala süt kıvamındayım, ayh!)

Sen üstte kırmızıyı, altta yeşili görüyorsun diye,
o da aynısını görüyor zannetme.
Sor bakalım önce; renk körü mü, değil mi!
    Babamın bir lafı vardır: Eve çikolata, lokum, çikolatalı şeker, cips ya da kola gibi abur-cubur alındığında asla bir ertesi güne kalmaz bizim evde; "aklımda durcaana midemde dursun" der ve konuyu kapatır. Annem ve ben, tenezzül bile etmeyiz bazen günlerce. İşte babamın bu huyu bende farklı sirayet etmiş. Beynimde durcaaana, yazayım bari de içimden çıksın, rahatlayayım. Rezil olcaksam da olayım, bana ne, aman! modundayım.

    Her yazının bir sonuç, yanisi o kadar anlattın anlattın, bir son sözü vardır elbet kısmı olur. Daha evvelki yazılarımda biraz artistik takılıp bakın ne kadaN doooru düzgün Türkçe yazabiliyorum tribal-enfeksiyonundaydım. Bu yazının ne bir sonuca ulaşma amacı var ne de imlâ takıntısı. (Hatta "imlâ" yazacağıma "imlaaa" yazayım da tam olsun.)

    Ayh! Yine iki çemkirdim, rahatladım. Anlatmasaydım vallahi dilim, elim, içim şişerdi.

    Ama merak ettim bak şimdi. Madem sen bir renk koleksiyoncususun, ben ne renktim arkadaş? Onu deyivereydin bari!

13 Ağustos 2012 Pazartesi

E Lucevan Le Stelle

Yıldızlar ışıl ışıl parlıyordu...
Ve baş döndüren koku havayı sararken
Çatırdayan bahçenin kapısı...
Ve bir ayak, kumu sıyırdı.
Tıpkı onun gibi hoş kokan bir varlık,
Hafifçe kollarıyla sarıverdi beni.
Tatlı öpüşleri, hassas okşamalarıyla...
Büyülü bir şey, benzersiz...

Aşkımın hayali şimdi gitti sonsuza,
Zaman geçiyor hızla ve ölüyorum umutsuzca!
Yazık! Ölüyorum umutsuzca.
Ve hayatı hiç bu kadar sevmemiştim.

Tosca - Puccini


11 Ağustos 2012 Cumartesi

Formül

"İki insana birbirlerine âşık olduklarını söylersen, olurlar."
Amelie

Le Dabuleux Destin d'Amelie Poulain

6 Ağustos 2012 Pazartesi

    "- Aylardan beri gelip neden benim resmime bakıyorsun?
    - ...
    - Cevap vermiycek misin bana? Yoksa gerçeği söylemekten korkuyor musun?
    - Öğrenmek istediğini Mustafa söylemiştir sana.
    - Ben senin söylemeni istiyorum. Herhalde bana ait olan bir şeyi öğrenmek hakkımdır.
    - Hayır. Sana ait bir mesele değil bu. Resminle benim aramdaki bir durum seni ilgilendirmez. Ben senin resmine âşığım.
    - İyi ama âşık olduğun resim benim resmim. İşte ben de buradayım, söyleyeceklerini dinlemeye geldim.
    - Resmin sen değilsin ki! Resmin benim dünyama ait bir şey. Ben seni değil, resmini tanıyorum. Belki sen benim bütün güzel düşüncelerimi yıkarsın.
    - Bu davranışların bir korkudan ileri geliyor.
    - Evet! Bir korkudan ileri geliyor. Bu korku sevdiğim şeye ebediyen sahip olabilmek için çekilen bir korku. Ben senin resmine değil de sana âşık olsaydım, o zaman ne olacaktı? Belki bir kere bile bakmayacaktın yüzüme. Belki de alay edecektin sevgimle. Halbuki resmin bana dostça bakıyor, iyilikle bakıyor ve ebediyen bakacak.
    - Ben de sana bakmak istiyorum.
    - Hayır! Benimle resminin arasına girme, istemiyorum seni. Ben senin yalnız resmine âşığım."

Sevmek Zamanı - Metin Erksan

Sema Özcan & Müşfik Kenter

5 Ağustos 2012 Pazar

Bu Aralar #2

Elif Şafak
    Elif Şafak kitaplarını tekrar okumaya başladım. Keza ara ara bazı yazarların kitaplarını bir daha okurum. Bu defa beğenmedim. Beğenmediğim, şuan içinde bulunduğum duygu durumu, geçirdiğim değişim ya da kitapları daha önce okumuş olmam ve bu nedenle konularına aşina olmam sebebiyle bir beğenmemezlik değil; tekniği açısından... "günbegün", "haftabehafta", "senebesene", "son tahlilde" gibi her kitapta tekrar eden kelimeler ya da kelime grupları ve de zorlama romantik kelime yapıları... Gereğinden fazla mistik süslemeler... Bunlar rahatsız etti beni. Aynı zamanda dikkatle okuyunca her kitabında kurgular neredeyse birbirinin benzeri. Sanki ayrı ayrı kitaplar değil, bir seri okuyormuşum izlenimi uyanmaya başladı.

3 Ağustos 2012 Cuma

Bu Aralar #1

    * Okuduğum kitapta yazarın bir konudan bahsetmesi; o konudan benzer bir şekilde yayınlanmamış kitabımda değinmem ya elimi çabuk tutmam gerektiğini bana hatırlatıyor ya da her nerede olursa olsun birbirini tanımayan insanların "ortak bir bilinç"le birbirlerine bağlı olduğu konusundaki düşüncemi kuvvetlendiriyor. Fakat bir yandan da bu, beni kaygılandırıyor. Evet! Güneşin altında söylenmemiş hiçbir söz yok. Ama yine de söylemeli.

    * Bir yazarın dili önemlidir. Seçtiği kelimeler, her kitabında aynı, kurguları her kitabında birbirini takip eden kurgularsa, o yazar iyi yazar mıdır yoksa bir çember içinden mi okuyucusuna seslenir, yazar, karar veremedim.

    * Bir kalem alıyorum elime, bir cümle yazıyorum ve devamı gelmiyor. Bir sayfa açıyorum bilgisayarda, bir cümle yazıyorum ve devamı gelmiyor. Bir bekleme durumundayım. Neyi bekliyorum, bilmiyorum.

    * İnsan, kedi sahibi olunca, kendini de büyük bir kedi zannediyor. Bazen kendimi yatakta kedilerim gibi yatarken buluveriyorum; ön patiler ileri doğru uzanmış ve gergin, arka patiler hafif kıvrık ve kafa boyundan hafif geri düşmüş.

    * İnsanlar, ne kadar seni kırarsa kırsınlar, yine de güvenmek ve sevmek gerek. Bunu son zamanlar çok tecrübe ettim.

    * Sigarayı bıraktıracak bir sigara istiyorum.

    * Fotoğraflar, her ne görüntüyü yansıtırsa yansıtsınlar ne muazzamlar!

    * İlkokul küskünlükleri, çocuklar için masum bir şeydir. Büyüyünce yakışık almaz. Bu nedenle kırgın değilim. Sadece kendimi koruyorum.

Leontyne Price
    * Yazı yazabildiğim için, anlatacak çok şeyim olduğu için hayata ve yazıya teşekkür ettim.

    * İtalyan operaları ne güzel!

    * Leontyne Price! Sesini Maria Callas'tan daha çok seviyorum.

    * Gözünün önünde hayatına son vermek isteyen birine ilk müdahale ve göz yaşlarıyla onu hayata döndürme çabasını yaşadım. Korku dolu bir şey!

    * Artık çoğu şeye şaşırmıyorum. Buna rağmen, kabullenmiş bir hayatı da yaşamıyorum.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...