27 Ocak 2011 Perşembe

Hayat ve Sen Meselesi

    “Hayır!” diyebilmek ne kadar zorsa hayata,“Evet” diyebilmek de bir o kadar zor benim için. Açıklamaya başlayıp “Bilmiyorum”la noktaladığım cümleler her zaman hayatımda geri tepip duracaklar mı?

    Her birim belli bir oranla temelleniyorsa, o oranlar normal şartlar altında hep ama hep belirlenebiliyorsa bir şekilde, bir “birim birey” olarak yaşadığım bu hayat kendi rasyonel değerimi bana ne zaman sunacak? Her birey reel bir birimse eğer, gerçek olarak tanımlanan bu reelde aslında “belirsiz” olarak tanımlananlar ne kadar gerçek? Yapılacak  H  İ  Ç  B  İ  R     Ş  E  Y  İ  N     O  L  D  U  Ğ  U  kaosta insan kendi anaforunda nasıl ve ne kadar uygun yaşayacak?

    Saf, temiz kalplilik miydi yaşadığımı sandığım? Hayallerle süslediğim yaşanmışlıklar mıydı tüm rüyalar? Ya da mastürbasyon tadında bir fantazya mıydı anlattıklarım? Ne kadar kirliydim? Ne kadar saftım? Ne kadar  K İ R L E N M İ Ş - S A F  tım?


    Uzaydaki nesneler çarpıştıklarında birçok yok oluşun ardından boşlukta salınan, babasını kaybeden, yitiren çocuk gibi bilinçsiz, amaçlarının ne olduğunu bilmeden bir amacı oluşturmak için tozlaşan parçacıklar ortaya ne kadar ne çıkarabiliyorlarsa, bana sunulan bu hayatta, çarpıştıklarımla parçalandığım, parçalandıkça kendimden izler bıraktığım bu dramada, başrol metnini unutan bir acemi gibi terk edeceğim bu hayatı!

    Acı!

    “Kimbilir” diyebilmek ne kadar anlamlı hayat için. Kim, kendini bilmiş ki başkasına ait çok şey, dünyanın dengesi olarak anılan şeyleri, aslında inanmak istediğim ama her zaman bir şüpheyle yitirdiğim, daha sonra bilinçli bir cahillikle doğru olabileceğini içime zorla,  K A N A T A     K A N A T A  yerleştirdiğim teorileri bilebilsin? Bildiğini söyleyen, yanlış söyleyebilme ihtimalini nasıl seçsin?

    Bir mucize mi verilmeliydi insana? Katmerleştikçe orospulaşan yatakların dilleri olsaydı, insanın rol yapamadığı o savunmasız uykuda, insanın mucizesini yataklar nasıl anlatacaktı? Ebedi uykuya dalındığında, ruh varsa gerçekten ve vücuttan çıktığında, acıları ve hatasıyla, mutluluğu ve yaşayamadığı, çok aza nasip olan, çok azın bulduğu o mucizeyi bulamayan ruhların kaçırılmış bir trenin arkasından bakarak, “Bu tren için bilet almıştım.” diyen ve ruhlarının tam ortasına ilk defa 12’den vurulmuş bir ok gibi yerleşen acılarının farkına vardıklarında, hoyrat vücutlarını tükürecek mi topraklar?

    Sofistike sohbetlerle başlayan ve umutlu bir çaresizlikle boyutlaşan, boyutlaştıkça çabasızlığımızı anladığımız, sordukça dağıldığımız, dağıldıkça bütünleştiğimiz, bütünleştikçe bir çemberi turlar gibi acizleştiğimiz dostla yapılan söyleşide, dostun söylediği gibi;
dikdörtgen bir kutunun içine yerleştirilmiş sönük balonun şişirildikçe kutunun şeklini aşamayacağı gerçeği, ilk defa 12’den vuran bir ok gibi bir acıyla, kendime getirdi beni!

    İskambil kağıtlarında, siktirinci faktöriyel hesabınca, uyumlu ve zor matematiksel olasılıklarla üst üste, alt alta gelen kupa kızı ve sinek erkeği nasıl sevişebileceklerse, nasıl hissedilebileceklerse birbirlerince, öyle yaşıyorum bu hayatı. Öyle yaşattın bu hayatı!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...