28 Mart 2011 Pazartesi

Nasihat - 4: Yalnızlığa Alışmak

    Yalnızlığa alışmak diye bir şey yoktur. Yalnızlığını yaratan insanlar vardır. Küsmemek lazım hayata. Sensin üzen kendini. Bugün aynaya baktın ve gülümsedin ya, bunu hatırla. Bu bile yeter bugünü kurtarmaya.

12 Mart 2011 Cumartesi

Bloguma Dokunma! Bildirisi

    Bir ülkenin internet deneyimi ve tarihinin sansürlerle anılması çok trajikomik bir durumdur. İnternetin özü olan birey haklarının ve bireysel özgürlüklerin kısıtlanması, sosyal medya dünyasının özüne tamamen aykırıdır.

    Bizler; Türkiye’nin dört bir yanından profesyonel veya amatör olarak blog tutanlar, internette günlük yaşantılarını ve birikimlerini ve deneyimlerini diğer insanlarla paylaşma hevesiyle tutuşan herkes, gelişmeleri endişe içinde izlemekteyiz.

    5846’nci no’lu kanunun esnekliğinden mütevellit, 1 Mart 2011 günü, Google’a ait olan ücretsiz blog servisi Blogspot, Digiturk grubunun açmış olduğu dava sebebiyle erişime kapatılmıştır. Süper Toto Süper Lig’in yayın haklarının sahibi olan Digiturk bu davada, korsan olarak LigTV yayını yapan kişilere karşı kendi haklarını savunmak amacıyla hukuki süreç başlatmıştır. Ancak ilgili kanun gereği yasaklamaların, sitelerin adresleri ve alt-domainleri üzerinden değil; IP adresleri üzerinden yapılması sebebiyle Blogspot’a ait birçok ilişkili IP aralığı erişime kapatılmıştır. Böylelikle de binlerce blogger’ın kişisel sitesi sansür kurbanı olmuştur. Bazı bloglara bazı anlarda girilmesinin sebebi ise aynı IP üzerinde birçok blogun yer alması ve aslında her IP’nin yasaklanmamış olmasıdır.

    İlgili kanunun esnekliğini ve nelere yol açtığını geçmişte birçok kez görmüşken, devlet sansüründen dolayı binlerce site yasaklanıyorken, Digiturk ve Google’dan daha duyarlı davranmalarını beklemek tüm blogger’ların hakkıdır. YouTube’daki korsan maç yayınlarını kaldırmak için yapılan özel yetki anlaşmasının bir benzerinin de Blogspot için yapılması ihtimal dışı değildir. Bugüne dek Digiturk ve Google bu konuda masaya niçin oturmamışlardır? Google kendi kullanıcılarının hakkını neden savunmamaktadır? Digiturk böyle bir topyekün sansürün yaşanacağını bile bile neden hâlâ, tek amaçları düşüncelerini diğer insanlarla paylaşmak olan bloggerları mağdur etmektedir? Öte yandan, Türkiye Cumhuriyeti’nin yasa koyucuları, vatandaşlarının ifade özgürlüğü hakkının gasp edilmesine neden hâlâ göz yummaktadır?

    Kaldı ki bu korsan yayınları yapan kişiler, teknik bilgileri yüksek olduğundan bu yasaktan etkilenmemektedir. Tam tersine bu sansür, tek amacı blog tutmak olan internet kullanıcılarını etkilemektedir.

    Digiturk, Google ve Türkiye Cumhuriyeti devletini artık bu sansür ayıbına karşı duyarlı olmaya, tüm sansür karşıtı internet kullanıcılarını bu harekete katılmaya ve tüm basın mensuplarını ifade özgürlüğüne destek vermeye davet ediyoruz.


    Tüm Blogger’lar adına

    Bloguma Dokunma

9 Mart 2011 Çarşamba

Ben Harikalar Diyarı'ndan Lale. Kafama Kurşun Sıktım, Lanet Olsun!

    Sigarayı severim. Arkadaşlarım çok içtiğimi söyleseler de içerim, bırakamam; kendime yakıştırırım. Öyle film aktrislerine özenmişliğim de yoktur. İçerim çünkü çok konuşmam. İnsanlar arasında konuşmadan oturmaktansa yine konuşmadan sessiz ve kendimle yapabileceğim tek harekettir bu. O nedenle bu konuyu daha fazla uzatmaya gerek yok; severim işte...

    Ben Harikalar Diyarı'ndan Lale. Şimdi hemencecik öyle şu Harikalar Diyarı'nı Alice kaltağının aptal bir tavşanı izlerken girdiği delikten düşüp de kendini bulduğu o abidik gubidik saçma sapan yer sanmayın. Harikalar Diyarı, sürekli takıldığım barın adıdır.
    İş çıkışı eve gitmemek için inat eden tiplerdenim. Buraya gelmeden, iki içki içmeden benim randımanım düzgün çalışmıyor bebeğim. Gene geldim işte bu lanet yere ve yine aynı lanet yere oturdum; barda ayna karşısında bir sandalye tepesinde ağzımdaki sigaradan çıkan dumanların ardından buğulu gözlerime, kendime bakıyorum. Şu barmen Recai anlayışlı çocuktur aslında, anlatsam dinler ama şimdiye kadar çok şey de anlatmadım ya, yine anlatmaya lüzum yok. Aynadan gözlerime bakıp konuşuyorum ben. Dertliyim bu gece, gözlerime anlatacağım ben.
    Lanet olsun, âşık oldum. Ne güzel sevişiyorduk. Hani öyle sıkıcı tiplerden de değildi. Sevişirdik, giderdi. Ya da bazen ben giderdim, o kalırdı. Bu durumda anlayacağınız üzere bazen o bana gelirdi, bazense ben ona giderdim. Yani işte... Aman! Sıkıldım!
    Yok yok! Ne kadar gözlerimi kaçırsam da kendimden içimden konuşmalar devam ediyor. O nedenle bebeğim, en iyisi fazla drama yapmaya gerek yok. Olduğu gibi anlatayım.
    34 yaşında bir kadınım ve erkeklerle flört dönemlerim lisede kaldı bebeğim. Üniversitede bile erkek arkadaşlarımdan kaçtım. Sıkıldım canım ya, ben gelemem öyle bir erkeğin romantik hallerine. Zaten ben de romantik momantik falan değilimdir; zorlasam da olamam. Ben konuşmam bebeğim, ya da gerektiğince konuşurum. İşim de buna müsait. Tek yapmam gereken sistem yenileme. Yaptığım tek şey, kodlar ve bir sistemin onarımı. Kısaca, aletin başında durup olanı biteni izlemek. Ben lisedeyken karar verdim Bilgisayar Mühendisi olmaya. Neyse! Şimdi kalkıp burada kariyer öykümü anlatacak değilim. Zaten çok salakça bir şey, inanın.
    Bir süredir spor salonundan tanıdığım bir adamla seks muhabbetindeydim. Muhabbet derken de anlamışsınızdır, öyle seks konuşmuyorduk bebeğim, bir fiil icrasındaydık. İşte bu aganigi durumları devam ederken adam bana "Karımdan ayrılıyorum," dedi. Ay, biliyor musunuz bu ne feci bir durumdur. Yani adamın karısından ayrılması ve ayrılığın bu zorlu süreci değil, adamın bunu bana söylemesini ve benim içine düştüğüm durumdan bahsediyorum. Bunu bana söylediğinde üçüncü orgazmı yaşamıştık, yatakta öylece uzanıyorduk. Ben tavandaki abajurun kristallerini sayıyordum; bir tanesi eksikti. Tam bu esnada birden söyleyiverdi. Zaten konuşmuyordum, bu sefer nefesimin sesini de duyamadım; öylece kalakaldım. Şimdi ne denir bu adama? "Ah canım! Çok üzüldüm," desem olmaz; "Aa! Neden?" diye sorsam yakışık almaz, sonuçta adam karısını benle aldatıyor, hiçbir şey demedim. Bunun üzerine tekrar beni öpmeye çalıştı ama ben hemen yataktan kalktım ve duşa girdim. Arkama bakmadım ama eminim ne olduğunu anlamamış bir halde bana bakmıştır.
    Ne mi oldu? Lanet olsun adama âşık oldum. Hem de o lafı söyledikten sonra. Ah şu hormonlar! Evli erkekler kadınlara çekici gelir denir, ben karısından ayrılmaya karar veren bir erkeğe, tam o sahipsiz kalacağı anda âşık oldum, iyi mi? Lanet olsun! Neden oldu bu? Şimdiye kadar ne güzel sevişiyorduk. Seksini sevsem de bu memnuniyet hiçbir şekilde ona seks dışında bir ilgim olduğu anlamına gelmiyordu. Ya da ben mi öyle sanıyordum? Aslında evet, bir kaç defa onunla evli olan ben olsaydım ne olurdu diye düşünmüşlüğüm vardır. Ama öyle çok ayrıntısına girmedim bu düşüncenin. Onunla evli olsaydım ve beni aldatsaydı, beni aldattığı kadın da şuan evli olduğu kadın olsaydı düşüncesine gelince düşünmeyi bırakıveriyordum. Of! Lanet olsun tekrar. Düşünmek istemiyorum artık.
    Onun evindeydim. Duş alırken en salakça şeyi yaptım ve onun duş jeliyle yıkandım. Şimdi bile koku geliyor burnuma. Ay hiç böyle romans hallerine gelemem, neden yaptım ki bunu? Neden böyle hissediyorum ben? Lanet olsun!

    - "Lale Hanım, bir tane daha?"
    - "Doldur Reco. Bu sefer alkolü fazla olsun."

3 Mart 2011 Perşembe

Takip, Anılarda...

    Bugünün kerameti nedir diye güne başladım. Senden kendime çok iz aradım da bulduğum izlerde bile sadece anıların vardı, sen yoktun.
    Gün çabucak geçmişti. Tüm günüm dışarıda geçmişti. Yapılması gereken işler ve bir sürü prosedürden sonra kendimi deniz kenarında, kalkmak üzere olan bir vapura bakarken buldum. Biliyor musun, ben bu şehre yerleştiğimden beridir vapura binmedim. Oysa severim vapurları. İhtiyacım olmadı belki de. Neyse! Konu bu değil.
    Kalkmak üzere olan vapura bakarken birkaç sigara içtim. Vapur kalktı. Öyle iskele önünde bekleyip de el sallayan insanlar falan yoktu. Böyle bir kurgu yaparak da bu yazıya gereğinden fazla bayık bir romantizm de katmayacağım ama asıl romantizmin en manyak halini, vapur iskelesinden ayrılıp da bankadan para çekerken yaşadım.
    Bankadan para çekmiş ve paraları cüzdanıma yerleştiriyordum. Kafamı sağa çevirmemle o kalabalık arasından çok tanıdık bir yüz gördüm. Yanımdan geçip de gidene kadar ona baktım, kafam onun hareketi doğrultusunda omuzlarım üzerinde döndü. Ve ben ondan aksi yönde ilerlerken o yüzün kim olduğu, aslında kim olabileceği ihtimali bir anda canlandı kafamda. Babandı; sanırım... Her türlü ihtimali göze aldım ve yürüdüğüm yönü bırakıp, o yüzü takip etmeye başladım.
    Önümde yürüyen adamı kaybetmemek için onunla aramda bir mesafe korumaya çalışarak yürüdüm peşinden. Baban mıydı sahiden, bilemiyordum. Hemen bir tahmin yürüttüm inceden. Eğer bu senin baban idiyse, mutlaka evine gidecekti. Evine doğru bir yola girdiğinde anlayabilirdim onun baban olduğunu. Ve eğer gerçekten babansa ve evine kadar onu takip edeceksem, varacağım yer benim için çok zor olacaktı. O evde seninle geçirdiğim her anı, senin bana bıraktığın her yaşanmışlık kafamda bir resmi geçide başlayacaktı.
    Yürüdüm. Peşinden, anıların peşinden yürüdüm. Yaptığım bu çılgınca şeyi kesmek istememe rağmen, aklıma söz geçiremeden yürüdüm.
    Biliyor musun, baban yürürken ana caddelerden dolaşmak yerine ara sokaklara dalıp da yürüyenlerden. Sen de geniş meydanlara sahip olan bu şehirde beni o meydanlardan birinde tek başıma bırakıp da kendi çocukça mazeretlerinin ara sokaklarına girmedin mi? İşte, babanı izlerken senden bulduğum bir anı; bana bıraktığın bir anı.
    Baban önümde yürüyordu. Yürürken çevresine çok sık bakıyordu. Bir an onu takip ettiğimi fark edecek diye çok korktum. Bunu fark edecek ve bana neden onu takip ettiğimi soracak diye yüreğim ağzıma geldi.
    Babanı izlerken onun yürüyüş temposundan, vücut salınımlarından sevişme ritmimize aktım ben. Bana dokunduğunda vücudumda uyanan her hisle daha çok sana gelirdi beden... Bedenim... Kendim...
    Baban ne hızlı yürüyor. Bunu fark ettiğimde seninle deniz kenarında yaptığımız bir yürüyüşte bana "Hızlı yürümen güzel. Seninle her şeyimiz uyum içinde," demen aklıma geldi.
    Ara sokaklardan yürürken baban bir işportacının önünde durdu çok kısa birkaç saniye, sonra yürümeye devam etti. O işportacının önünden geçerken ben de durdum ve ne satılıyor baktım. Çocuklar için bir sürü yap-boz vardı, renkli renkli. En başta bir küçük kız ve küçük çocuğun çimenlerde oturmuş resmi vardı. Kız, elinde bir demet çiçek tutuyordu. Biliyor musun? O resim içimi sızlattı.
    Şimdi baban karşıdan karşıya geçecek. Tam o kaldırım kenarına varıp da karşıya geçmeye başlarken yayalar için kırmızı ışık yandı. Ona yetişmek için koştum ve kendimi hemen yola attım, arabalar henüz hızlanmamıştı ama harekete geçmişlerdi. Bir korna sesi yükseldi ama bana mıydı, bakmadım. O korna sesine baban kafasını çevirdi. Tam arkasındaydım ve beni fark etmesin diye sanki telefonla konuşuyor muşum gibi yaptım.

    Evet, kesinlikle babandı bu adam. Evine çok yakındık. Attığı her adım evine doğruydu. Bir ara baban bir arkadaşını gördü yolda. Ne yapacağımı bilemedim o an. Yanından yürüdüm, geçtim. Biraz ilerleyince onu görebileceğim bir mesafeden arkadaşıyla konuşan babanı izlemeye başladım. Bir sigara içimlik bir zamandan sonra baban arkadaşıyla vedalaştı ve yürümeye başladı. Yanımdan geçerken tekrar, bana baktı göz ucuyla ama ben yine telefonla konuşuyormuşum gibi yapıp onun biraz uzaklaşmasını bekledim. Ve tekrar... Onu takip etmeye başladım.
    Bu takip esnasında böyle hastalıklı bağımlılıkları çok geçmişte bıraktığımı sanırdım. Ama aşk işte... İnsana hiç tahmin edemeyeceği ne çok şey yaptırıyor.
    Evinin sokağına gelmiştik. Baban tam önümdeydi. Hemen karşı kaldırıma geçtim. Aramızdan arabalar akıp gitmekteydi. Evinin sokağında, baban bir kaldırımda, ben diğer kaldırımda... O kaldırımdan uğurlamıştım seni, kendimce... Neyse!
    Tam evine yakın bir yerde, babanın eve girdiğini görebileceğim kadar bir mesafede takibi bıraktım. Bir duvara dayandım ve bir sigara yaktım. Sırtımı dayadığım duvar sarmaşıklarla kaplıymış, kendimi duvara bırakınca anladım. Baban yürüdü, evine girdi. Ben öylece, o duvara dayanmış halde kalakaldım. Aklımdan ne çok şey geçti, ne çok anı; iç acıtan...
    Gidemedim. Sanki ayağım bağlanmış gibi... Gerisi yok, gidemedim...
    Sahi, sen gittin ya, mutlu musun orada?

2 Mart 2011 Çarşamba

Bloguma Dokunma


  
    Nazire Şenlendirici repliğiyle söyleyeceğim şudur: "Allah belanızı versin!"

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...