3 Mart 2011 Perşembe

Takip, Anılarda...

    Bugünün kerameti nedir diye güne başladım. Senden kendime çok iz aradım da bulduğum izlerde bile sadece anıların vardı, sen yoktun.
    Gün çabucak geçmişti. Tüm günüm dışarıda geçmişti. Yapılması gereken işler ve bir sürü prosedürden sonra kendimi deniz kenarında, kalkmak üzere olan bir vapura bakarken buldum. Biliyor musun, ben bu şehre yerleştiğimden beridir vapura binmedim. Oysa severim vapurları. İhtiyacım olmadı belki de. Neyse! Konu bu değil.
    Kalkmak üzere olan vapura bakarken birkaç sigara içtim. Vapur kalktı. Öyle iskele önünde bekleyip de el sallayan insanlar falan yoktu. Böyle bir kurgu yaparak da bu yazıya gereğinden fazla bayık bir romantizm de katmayacağım ama asıl romantizmin en manyak halini, vapur iskelesinden ayrılıp da bankadan para çekerken yaşadım.
    Bankadan para çekmiş ve paraları cüzdanıma yerleştiriyordum. Kafamı sağa çevirmemle o kalabalık arasından çok tanıdık bir yüz gördüm. Yanımdan geçip de gidene kadar ona baktım, kafam onun hareketi doğrultusunda omuzlarım üzerinde döndü. Ve ben ondan aksi yönde ilerlerken o yüzün kim olduğu, aslında kim olabileceği ihtimali bir anda canlandı kafamda. Babandı; sanırım... Her türlü ihtimali göze aldım ve yürüdüğüm yönü bırakıp, o yüzü takip etmeye başladım.
    Önümde yürüyen adamı kaybetmemek için onunla aramda bir mesafe korumaya çalışarak yürüdüm peşinden. Baban mıydı sahiden, bilemiyordum. Hemen bir tahmin yürüttüm inceden. Eğer bu senin baban idiyse, mutlaka evine gidecekti. Evine doğru bir yola girdiğinde anlayabilirdim onun baban olduğunu. Ve eğer gerçekten babansa ve evine kadar onu takip edeceksem, varacağım yer benim için çok zor olacaktı. O evde seninle geçirdiğim her anı, senin bana bıraktığın her yaşanmışlık kafamda bir resmi geçide başlayacaktı.
    Yürüdüm. Peşinden, anıların peşinden yürüdüm. Yaptığım bu çılgınca şeyi kesmek istememe rağmen, aklıma söz geçiremeden yürüdüm.
    Biliyor musun, baban yürürken ana caddelerden dolaşmak yerine ara sokaklara dalıp da yürüyenlerden. Sen de geniş meydanlara sahip olan bu şehirde beni o meydanlardan birinde tek başıma bırakıp da kendi çocukça mazeretlerinin ara sokaklarına girmedin mi? İşte, babanı izlerken senden bulduğum bir anı; bana bıraktığın bir anı.
    Baban önümde yürüyordu. Yürürken çevresine çok sık bakıyordu. Bir an onu takip ettiğimi fark edecek diye çok korktum. Bunu fark edecek ve bana neden onu takip ettiğimi soracak diye yüreğim ağzıma geldi.
    Babanı izlerken onun yürüyüş temposundan, vücut salınımlarından sevişme ritmimize aktım ben. Bana dokunduğunda vücudumda uyanan her hisle daha çok sana gelirdi beden... Bedenim... Kendim...
    Baban ne hızlı yürüyor. Bunu fark ettiğimde seninle deniz kenarında yaptığımız bir yürüyüşte bana "Hızlı yürümen güzel. Seninle her şeyimiz uyum içinde," demen aklıma geldi.
    Ara sokaklardan yürürken baban bir işportacının önünde durdu çok kısa birkaç saniye, sonra yürümeye devam etti. O işportacının önünden geçerken ben de durdum ve ne satılıyor baktım. Çocuklar için bir sürü yap-boz vardı, renkli renkli. En başta bir küçük kız ve küçük çocuğun çimenlerde oturmuş resmi vardı. Kız, elinde bir demet çiçek tutuyordu. Biliyor musun? O resim içimi sızlattı.
    Şimdi baban karşıdan karşıya geçecek. Tam o kaldırım kenarına varıp da karşıya geçmeye başlarken yayalar için kırmızı ışık yandı. Ona yetişmek için koştum ve kendimi hemen yola attım, arabalar henüz hızlanmamıştı ama harekete geçmişlerdi. Bir korna sesi yükseldi ama bana mıydı, bakmadım. O korna sesine baban kafasını çevirdi. Tam arkasındaydım ve beni fark etmesin diye sanki telefonla konuşuyor muşum gibi yaptım.

    Evet, kesinlikle babandı bu adam. Evine çok yakındık. Attığı her adım evine doğruydu. Bir ara baban bir arkadaşını gördü yolda. Ne yapacağımı bilemedim o an. Yanından yürüdüm, geçtim. Biraz ilerleyince onu görebileceğim bir mesafeden arkadaşıyla konuşan babanı izlemeye başladım. Bir sigara içimlik bir zamandan sonra baban arkadaşıyla vedalaştı ve yürümeye başladı. Yanımdan geçerken tekrar, bana baktı göz ucuyla ama ben yine telefonla konuşuyormuşum gibi yapıp onun biraz uzaklaşmasını bekledim. Ve tekrar... Onu takip etmeye başladım.
    Bu takip esnasında böyle hastalıklı bağımlılıkları çok geçmişte bıraktığımı sanırdım. Ama aşk işte... İnsana hiç tahmin edemeyeceği ne çok şey yaptırıyor.
    Evinin sokağına gelmiştik. Baban tam önümdeydi. Hemen karşı kaldırıma geçtim. Aramızdan arabalar akıp gitmekteydi. Evinin sokağında, baban bir kaldırımda, ben diğer kaldırımda... O kaldırımdan uğurlamıştım seni, kendimce... Neyse!
    Tam evine yakın bir yerde, babanın eve girdiğini görebileceğim kadar bir mesafede takibi bıraktım. Bir duvara dayandım ve bir sigara yaktım. Sırtımı dayadığım duvar sarmaşıklarla kaplıymış, kendimi duvara bırakınca anladım. Baban yürüdü, evine girdi. Ben öylece, o duvara dayanmış halde kalakaldım. Aklımdan ne çok şey geçti, ne çok anı; iç acıtan...
    Gidemedim. Sanki ayağım bağlanmış gibi... Gerisi yok, gidemedim...
    Sahi, sen gittin ya, mutlu musun orada?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...