28 Şubat 2011 Pazartesi

Sence Ne Yapsam?

    Onu biraz dışarı çıkarmak istedim. Zaten o da benden bunu isteyecekmiş.
    Söylemek istediklerini açıkça söylemeyen, bir şey söylemek istediğini gözleriyle belli eden erkeklerdendir Soysal. Anlaşılmak ister o, kendini anlatmak istemez.
    “Bir kahve için buluşalım,” dedi, “Sohbet ederiz, ayrı kaldık bir müddet.” Telefondaki sesinden anlamıştım bu defa bir şey anlatmak isteyeceğini. Muhtemelen ben yine havadan sudan konuşacağım, o beni dinleyip kendi içindeki kargaşayı yatıştırdığında anlatmaya başlayacaktı.

    Buluşmaya gitmeden önce masamın üzerindeki evrakları topladım. Topladım dedimse de, hepsini özensizce üst üste koyup bir kütle halinde kitaplıktaki bir rafa koyuverdim. Daha zamanım vardı aslında ama şu kahve için buluşmayı kendime bir bahane ederek çıktım hemen ofisten. Aslında hiç sevmem ben kahve içmeyi. Fakat kahve işte, çeşitli anlamlar yüklemişiz.         
    Dışarıda hafif bir yağmur vardı. Ofise dönüp şemsiye alabilirdim. İstemedim. Biraz olsun ıslanmak belki daha iyi hissettirirdi beni. Severdim böyle ıslak ıslak sinsi yağmurları. Böyle hafif yağmurlar altında yürürken omuzlarımdaki yağmur damlası izlerine bakmak bana huzur verir. Yağmurla gelen bu ıslak kokuyu, nemi, ıslandıkça saçlarımdan dağılan şampuan kokusunu severim; ballı ve baharatlı…
    Yağmur yağarken insanlar başları önlerine eğik, koşar adım yürürler, fark eder misiniz? Oysa ben yağmur yağmasa da öyle yürürüm. Yani hep başım önde, ayakkabılarımın ucundaki çamur izlerine bakarak... Ve bunu fark ettiğimdeyse annemin alaycı “Yerde bir şey mi arıyorsun? Ne kaybettin?” sözünü hatırlarım. Daha sonra dik durmaya çalışırım ve etrafıma bakarak yürümeye zorlarım kendimi ama yine yere bakarak yürürken yakalayıveririm kendimi. Bu nedenle ben, gezi seyahatlerinin en işe yaramaz üyesiyimdir. Gezi arkadaşımın “Ne güzel yerler buraları,” demesiyle kafamı yerden kaldırır ve şöyle bir bakıveririm etrafıma. Gördüğüm şeye şaşırmamak, daha güzelini görmüş olmamdan değil, ilgimin olmamasından kaynaklanır. O gezilerdeki kayıp elemanımdır; en etkisizinden...

    Buluşma yerimize vardığımda oturacak bir yer aradım ilkin. Kahveyi sevmiyorum, bari bu yağmura rağmen sigara içmeme karışmasa. O nedenle dışarıda bir yerler bakınıyorum. Derken telefonum çalıyor. Arayan o. "Dışarıda ne aranıyorsun? İçeri gel." Tüh! Meğer benden önce gelmiş.
    İki selam, hal hatır sormadan sonra ben, her zaman olduğu gibi havadan sudan konuştum. Konuşmalarıma oldukça mizah kattım ve onu güldürdüm. Tahminen bir saate yakın sadece ben konuşmuşumdur. Öyle olur hep çünkü. Yıllar boyunca arkadaşlık ilişkimizde ben şımarık kardeş, o dengeyi kuran otoriter abi gibidir. Aslında evet, bir abim olsaydı, onun Soysal olmasını isterdim. Çünkü ben abi olmayı beceremeyen, aksine kardeşinin ablalık yaptığı yaramaz çocuk gibiyim.

   Epey iyiyce saçmalayıp güldükten sonra bir sessizlik oldu. Asıl konuya gelme zamanı. Şimdi onun anlatma zamanı.


    "Ya Türker. Ben evden ayrıldım. Selin'le biz artık anlaşamıyoruz, zaten biliyorsundur. Ben artık onunla aynı evde olmaya dayanamıyorum. Çok saçma korkular edindi. Mesela, yatarken yatak odasının kapısını kilitleyerek uyuyor. Hırsız girmesin diyeymiş. Daha önce hırsızlık olayı gibi bir şey de başına gelmemiş. Yersiz korkular. Biraz rahatlayalım diye geçen yaz hep beraber Foça'ya tatile gittik, sen de geldin, biliyorsun. Hatırlıyor musun, orada neler yapmıştı? En temiz koya millet balıklama dalarken Selin girmem de girmem diye inat etmişti. Neymiş, balıklar onu ısıracakmış. Sonra araba hikayesini de hatırlarsın. Araba kullanamazmış, çünkü zamanında falcı bir kadın ona, "Bana bak, sakın araba kullanma. Araba kullanırsan sen feci kaza yapacaksın." demiş. Artık bazı davranışlarına akıl sır erdiremiyorum Türker ben. 
    En son, annesine bir şey olacak korkusu başladı. Tuttu ısrar üstüne ısrarla Eskişehir'den getirtti kayınvalideyi. Kadın da anladı bir durum olduğunu. Konuştuk annesiyle. Psikolojisinin iyi olmadığından şüphelendiğimi söyledim. Kadın ilk önce biraz bana kızdı, kabul edemedi söylediklerimi. Fakat bizde kaldığı o müddet boyunca o da anladı kızında garip bir şeyler olduğunu. Ne dedi, biliyor musun? "Sen bizim kıza ne yaptın?" Gülsem mi, ağlasam mı bilemedim. 
    Onu bir doktora götürdüm. Zor ikna ettim de götürdüm. Doktorun odasında avazı çıktığı kadar bağırmaz mı! Resmen rezil olduk hastaneye. Büyük olasılıkla şizofreni olabileceğini söyledi doktor. Ama korkularının üzerine gitmek gerekiyormuş ilkin. Tedaviyi kabul etse bizim hatun, anlayacağız ne olduğunu ama sakin durmuyor ki."

    Şaşırdığımı söyledim.

    "Haklısın. Aramızda bazı sorunlar olduğunu biliyordunuz zaten ama küçük anlaşamamazlıklar vardı sanıyordunuz, değil mi? Yok değildi dostum. İşte olay tamtamına buydu. Artık bir karı-koca gibi değiliz. Bu sebepler yüzünden her şey bitti; yatak bitti, beraber yemek yemek bitti, gezmek dolaşmak bitti... Ama buna rağmen onu kollamak istedim hep. Ona destek olacağıma dair evlilik sözü verdim; bırakmak bana yakışır mıydı?"


    Uzun bir sessizlik oldu aramızda. "Gel, dışarı çıkalım. Bana da bir sigara ver," dedi. Dışarı çıktık.
    Ne söylemeliydim, bilemedim. Ve ne söylemem gerektiğini bilemediğimi ona da söyledim. Tekrar anlatmaya başladı.

    "Sana evi terk ettim demiştim ya, aslında evi terk etmedim. Ben eve geldiğimde valizimi hazırlamış; şuan arabada. Onu öldüreceğim korkusunu edinmiş bu sefer."

    Uzun, upuzun, şaşkınlıkla dolu bir suskunluk...

    "Türker! Sence ne yapsam?"


    O gece çok sigara içtik.

1 yorum:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...