18 Ocak 2011 Salı

Rüheyma'nın Bir Günü

    Rüheyma, pişmanlıklarla dolu bir kadındır. Beş ay önce sorsanız, pişmanlık duyan insanlara acıyan bir insandı. Hayatının kontrolünü sağlamakla övünür, hata yapan insanların niçin hata yapmakta ısrarcı olduklarını anlayamazdı. Dertli dertli konuşan ve hayatını bu tonda yaşayan insanlar ona göre çıkmaz bir sokağa girip de sokağın bittiği yere bakan insanlardı onun için; sadece geriye dönüp bakmaları yeterliydi ona göre, bir çıkış yolu her zaman vardı. Yok idiyse de insan duvardan atlamaya korkar mı? Bir yol bulabilmeliydi kendine.
    Rüheyma, beş ay öncesine kadar aynı saatte yatar ve aynı saatte, çok erken kalkardı. Uyumak ve uyanmak, onun için bir alışkanlık, vücudunun kendiliğinden yapmış olduğu bir refleks gibiydi. Saat kurmadan uyumanın o güven verici uykularından çok uzak şimdi Rüheyma.

    Ne oldu da şaştı Rüheyma? Ne oldu da tüm saatleri kurmasına rağmen uyanamamakta? Aşk değil bu. Aşk böyle olmamalıydı ona göre. Amaçsızlık? Sıkılma? Olgunlaşma? Kaçmasına gerek yoktu daha fazla. Aşktı bu. Ama en yıkıcısından… Bünyede huzur bırakmayanından… Deliksiz uykuları gittikçe büyüyen, kapanması zor bir boşluğa çevireninden… Acıtanından…

    Kendinden kaçmak için çok okudu Rüheyma. Okudu da çare olamadı okudukları. Okurken çoğu zaman yarıda bıraktı kitapları. Ya bir cümleye takıldı, anılarına gömüldü ya da bir kurgudan kendi yaşadıklarına vurgular yaptı. Kafasında kendi kendine konuştu. Sabah uyanır uyanmaz aklına aşkı geldi, yatağa çivilendi; geceleri karşılıksız kalan bir aşkın ıstırabıyla kavga etmekten, kendisiyle konuşmaktan uyuyamadı. Uyumak dediği, düşüncelerden yorulup sızmaktı sadece.

    Âşık olmak, sıradan hayatını sarsan, beklenmeyen, hatta hiçbir zaman öngöremeyeceği bir şeydi onun için. Çocukluğunda bile ileride âşık olacağı aklına gelmemişti. O, küçüklüğünden beri hayatta mantıklı olmak gerektiğine inanmış, babasının basiretsizliği sebebiyle savrulan bir ailenin acılarından kurtulmak için duygularını bastırması gerektiğine inandırılmıştı. Annesi, babasını sevmiş, severek evlenmişlerdi. Annesinin bir hata olarak gördüğü bu aşk evliliği, annesinin dertli iç çekişlerle bir hatayı dillendirmesi, ardından o çaresiz gözyaşları Rüheyma’yı kendine kilitlemişti.

    Ama birgün âşık olmuştu Rüheyma. Soğuk, serin sular gibiydi hissettikleri. Yüreğindeki felci yok eden soğuk suların şok etkisi…
    Nasıl âşık olduğunu düşünmez Rüheyma. Olmuştu işte, oluvermişti.

    “Aşk, bir orospuyu azize, bir azizeyi orospu yapar. Ve her ikisi de anlamaz âşıkken ne olduklarını.” İşte Rüheyma için, aşkın ilk başlarında en güzel aşk yorumuydu bu. Hayatının tüm alışkanlıklarından kurtaran, kanıksamış olduğu her türlü duygu durumunu savuran, onu hep kurduğu cümleleri kurmaktan uzaklaştıran bir şeydi onun için aşk. Oysa şimdi Rüheyma, anlıyor aşkın bir ego yarışından ibaret olduğunu. Yıkıcı ya da yapıcı olabileceğini… Aşk, Rüheyma için yıkıcı oldu.

    Düşündükçe soluğu kesilir Rüheyma’nın. Sert kabuğunu kıran derin bakışlar… Yanaktaki gamze… Parmak boğumlarındaki esmer kıllar… Sert eller… Göğüs kıllarının kokusu… Parfüm; vanilya ve baharat karışımı o mest eden koku… Kaşındaki çocukluktan kalma yara izi… Dokunduğunda tüm vücudunda akan elektrik… Kadınlığının en kuytu yerinde beliren ıslaklık… Her öpüşte tenine yayılan sıcaklık ve cenneti başka yerde aramama hissi… Cennetin, önünde sere serpe uzanması, ona dokunmak… Göğsüne yattığında okşadığı saçlar… Bir çocuğu sever gibi, saf… Şiir gibi…

    Sevdi ama terk edildi Rüheyma. Beraberliğin, aşktan sonra olacağına inanmıştı. Oysa aşk, en tehlikeli sulara sürükleyen, sessiz bir akıntıydı. Bunu şimdi anlıyor Rüheyma. Onu acıyla beraber bıraktı.
    Ve hayatını böyle kapalı yaşayan bir insanın arkadaşlıklarında cömert olduğuna inanamazsınız. Bu sebeple kimseye bir şey anlatamıyor Rüheyma. İçinde uyanan bu boşluk ve değersizlik hissiyle kalakalmak, işte en çok bu tarif edebiliyor onu.

    Rüheyma güne, kaybettiği aşkının acısıyla başlıyor artık. Yataktan kalmayı reddederek kafasında savaşıyor kendisiyle. Sıkılıyor da kalkıyor o yataktan. Zorla alıyor duşunu, kahvaltısını etmiyor. Bir işi var ama çalışıyor mu derseniz, sadece sayıları topluyor ona göre. Yaptığı muhasebe işinde hata yapmaktan korkan bir insandı, şimdiyse hiçbir şeyden korkmuyor. Korkmak da değil bu, umursamıyor. Gün geçiveriyor ona göre. Akşamın birden gelivermesine de alıştı artık. İşinden çıkıp çevresine bakmadan, akan hayatı görmeden doğru evine geliyor. Yediği yemekte artık bir özen de yok. Sağlıklı beslenme konusundaki takıntıları da onu terk etti. Son kullanma tarihlerine dikkat eden insan titizliği ve kendinde olma farkındalığından da uzak artık. Verilen bir şeyi sorgulamadan sepete atar gibi her şeye razı bir hayat yaşıyor o artık.
    Tüm bu işler sonrasında kendini oyalamaya başlıyor Rüheyma. Durup dururken buzdolabını temizlemek, bu söylenenlerden sonra titizlik olarak yorumlanabilir mi? Ya da bulaşık selesinin tellerini tek tek ovmak? Televizyon açıkken uykuya dalmak için kendini zorlamak?
    Uyuyamıyor Rüheyma. Hep “Neden?” diye soruyor. “Neden?”le başlayan cümleler kuruyor kafasında. Bir o soruyor, sonra onun yerine geçip kendisi cevap veriyor, cevap arıyor sorduğu sorulara. Kafasından geçenleri unutmak, biraz olsun sakinlemek için derin derin on nefes alıp, her nefes verişte bir sıkıntıyı atmaya çalışıyor da içinden, unuttuğunu sanıp birkaç dakika sonra aynı cümleleri tekrarlarken buluyor kendini; “Neden?”
    Ve Rüheyma artık, sabah uyandığından gözlerinin altında oluşan uykusuz gecelerin izlerini görmüyor aynaya baktığında. Rüheyma, hayatı artık sadece bir gün olarak yaşıyor. İçi acıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...