9 Ocak 2011 Pazar

Beni Gör, Beni Sev, Beni Affet

    I. "Beni Gör."

    Biliyorum. Beni görmüyor. Görmeyecek de ama ben yine de... Şey! Aslında görsün istiyorum. Yani ben öyle, sanki hiçbir şeyden haberim yokmuş gibi, sanki onu görmemişim gibi - her ne yapıyorsam artık - onun gözünün önünden salınıp geçmek istiyorum. Uzun uzun orada durmama gerek yok; beni görüp hüzünlenmesi için yarım dakika bile ruhuma iyi gelecektir. Ama... Bilmiyorum. Beni görünce kafasını kaldırıp bir daha bakar mı? Hüzünlenir mi? İstediğim gibi...

    Sanmam. Görmeyecek. Çünkü görürse bana yenilecek. Ben de görmemiştim onu, görmek istememiştim. Bu nedenle sessiz bir inatla, o küçümseyici bakışlarla bana bakacak beni görürse. Oysa ben o gözlere bakarken "Özledim seni. Ah, sen ne aptalsın! Beni terk etmeyecektin. Benden kaçtın ama ben seni özlüyorum hala," bakışlarını görmekte gecikmeyeceğim. İşte buna üzüleceğim ben. Hata yaptığımı hatırlayacağım için üzüleceğim. Bir insanın en büyük hatası olduğumu anlayacağım için üzüleceğim. Bunu bana söylediğini hatırladığıma üzüleceğim. Sürekli bir şeyleri yanlış yapıyorum duygusundan kurtulmaya çalışırken, bunu başaramadığımı bana hatırlattığı için üzüleceğim. O nedenle hemen çıkmalıyım buradan.

    Sevgili kasiyer hanım. Bu kıyafetleri almıyorum. Çünkü dükkanın tam karşısında oturan şu bey var ya, hani şu arkadaşlarıyla sohbet eden, gülerken gamzesi oluşuyor hani, bak, gördün mü? Hıh! İşte onun beni görmemesi lazım. Hayır, ayırmayın da. Bugün buraya dönmem tekrar. Şey! Lanet olsun aşığım hala. Anladınız beni değil mi? Biliyorum, anlamadınız. Onu sevdim ama onu terk ettim. Yani, nasıl anlatsam? Anlatamam da... Epey zor anlatması. Yok! Ben hemen çıkmalıyım buradan. Hatta beni görmüşse ve buraya gelip beni sorarsa... Aman! Ne diyorum ben!



    II. "Beni Sev."

    Hemen uzaklaştım oradan. Alış-veriş merkezinin otoparkında arabamı buldum ama binemedim. Daha da uzaklaşmam lazımdı, ben gidemedim. Bir sigara yaktım ve tüm yaşanmışlıkları içime çektim de bir nefesle içimden savurduğum duman gibi anılarımı savuramadım içimden. Savurduğum sigara dumanı havada salınırken, kafamdan geçen tüm soyut sözlere bir fon oldu. Ben o cümleleri harf harf gördüm.

    Bu anı kollamıştım hep. Beni görsün ve üzülsün istemiştim. Ben gördüm ve ben üzüldüm. Oysa onun hiçbir şeyden haberi yok. Ne iyi değil mi? Yadırgadığın şeyle sınanmak mıdır bunun adı? Ya da ava giderken avlanmak... Bir şiirden bir dize geliyor aklıma: "Ona kötü bir şey olsun istedim. Beni sevsin istedim." Böyle bir inatlaşma mıydı benimki?

    Neden kaçmıştım? Bu konuyu düşünmek istemiyorum. Düşünürsem daha kötü hissedeceğim. Bu düşünceden de kaçıp, sonraya bırakıyorum bu konuyu. Şimdi sakin olmalıyım. Hayatımda bir davranış bozukluğu yaratan, okuduğum ilk kitap olan "Çalıkuşu" ve Reşat Nuri Güntekin! Ah, ah! Sevgilerimi yolluyorum sadece!



    III. "Beni Affet"

    Düşündüm. Düşündükçe düşündüklerimin yoğunluğundan düşünemedim. Dördüncü sigaramı bitirdiğimde halen daha otoparkta, arabamın yanında dikilmekteydim. Ne yapmalıydım?

    Gökyüzündeki bulutlar! Bir kadın alış-veriş torbalarını arabanın bagajına yerleştiriyor. Annesinin elinden tutan pembeli kız ağlıyor, oyun havuzuna dönmek istiyor. Arkamdan biri arabanın içinden "Çıkıyor musunuz?" diye soruyor, park yeri arıyor. Cevap vermiyorum. Sigaramı çekiyorum, kafamın üzerinde dans eden tüm düşünceleri içime çeker gibi soluksuz, uzun. 
    Zaman geçti epey. Ona bir mesaj yazmaya karar veriyorum.

    "Uzun bir sessizlikten sonra bu mesajı yazmamı garip karşılayabilirsin; haklısın. Sadece şunu söylemek istedim: Seninle yıl başı akşamı yapmış olduğumuz o garip konuşmayla ikimiz de bir şeylerin yolunda gitmediğini ve sonrasında birbirimizi bir daha aramayacağımızı anlamıştık; en azından sen böyle hissetmişsindir. Beraber paylaştığımız anlar boyunca seni yanıltmadım fakat sana tam açık olmadım da, biliyorum. Bu nedenle garip ruh hallerim, sürekli kendimi geri çeken tavırlarım sebebiyle seni de incittiğimin farkındayım. En son konuşmamızdan sonra beni aramak istemeyeceğinin, beni görmek istemeyeceğinin de farkındaydım; bunu hissettim, çünkü buna sebep oldum. Fakat kendi açımdan baktığımda hep seni aramak, senden özür dilemek ve sana olanı anlatmak istedim; tüm korkularımı, özlemimi ve tüm çelişkilerimle kendimi. Fakat hep bir ketum hisle susmayı tercih ettim. Çünkü o garip hislerim beni terk etmedi. Azaldılar fakat halen daha saçmalamam konusunda son sürat yarışıyorlar ve mantığıma da ket vuruyorlar. 

    Bu mesajı yazdığım süre zarfında seni düşündükçe içim sızladı ve kendime acıdım. Zavalılığıma ve tutarsızlığıma, kendini benden koruyacak duruma seni sokmama...

    Bu mesajla niyetim bir şeylerin tekrar başlamasını sağlamak değil. Sadece şunu söylemek istedim, seni arayarak sana söylemeye çekindiğim... Özür dilerim tüm saçmalıklarım için... Sana sade olamadığım için... Kendi hayatımın ve benliğimin tek düzeliğiyle senin de hayatına olumsuzluklar getirdiğim için... Son konuşmanın garipliğini üzerimden atmak için... Sen böyle düşünmesen bile, seni düşündükçe yolunda ve doğru giden bir şeyi berbat etmenin hissettirdiği bu suçluluk duygusundan kurtulmak için... Üzdüğüm ve bu nedenle af dilemek için... Niyetim sadece bu! Beni affet."



    IV. "Beni Görme, Beni Sevme De. Ama Beni Affet."

    Cesaret, ne kâdim bir aynadır. Bakarsın da görür müsün? İşte o gösteren bir aynadır; seni ve tüm kaçışlarını. Zaten görmek, başlı başına cesaret işi değil midir?

    Mesela, sana bu mesajı yollamalı mıyım? O kâdim aynaya bakmalı mıyım? Beni görmeni istemeli miyim? Bu cesareti senden beklemeye hakkım var mı? Görürsen beni, kıracak mısın suretinden bir iz gibi kalanı?

    Hayır! Beni görme, beni sevme de artık. Sadece içinden geçiyorsam eğer, beni affet. O nedenle az önce sana yazdığım mesajı siliyorum. Beni görmeni, seni gördüğümü bilmeni istemiyorum. Kırk iki dakikadır yanında dikildiğim arabama binip hayatından uzaklaşıyorum. Ama sen yine de affet! Beni görme. Ben de seni görmek istemiyorum.

2 yorum:

  1. Off.. Bu nasıl bir yazı böyle..

    Nedense Murathan Mungan öykülerini de anımsattı bana biraz, çok çok güzel !

    Belkide hikâyede kendimi, oturduğum yerden karşıda arkadaşlarıyla sohbet eden o beyefendiyi görüp tanıdığım içindir, açık yaralarıma geldiğinden de olabilir. Şimdi ışığımı açmak istemiyorum, bu gerçeklik canımı yakabilir ama yarın sabah ilk iş alıntı defterime bu şahane yazıyı geçiyorum. Hoş gün ışımaya başladı ben de artık uyuyamam, alacağın olsun, bir başka defterin kokusuna karışacaksın şimdi Türker Bey !

    YanıtlaSil
  2. Kokular karışır. Defterlerin kokusuna bürünür de en saf haliyle bir anının konusu birden canlanır, tüm dünya bir vakumla çekiliyormuş gibi belirir gözünün önünde. Olduğun yerde kalırsın, zaman durur, adeta yavaşladığını hissedersin. Beyninde akan kanın yavaşladığını, hücrelerindekin elektriğin çekildiğini görür gözlerin. Kokular böyledir. Bu kokuların hayatımda büyük yeri vardır, onları dizginleyemem. Boş parfüm şişelerini koklayarak anıları canlandırmak gibi histerik ama bir o kadar gerçek.

    Yorumunuz ve iltifatınız için teşekkür ederim.

    Sevgilerimle,

    Türker

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...